İşçi Birliği
Yazar
Flora Celestine Therese Henriette Tristán Moscoso
(7 Nisan 1803, Paris/Fransa - 18 Kasım 1844 Bordo/Fransa); F. Tristan, kendi tanımıyla “düşkün bir aristokrat, “görebilen” bir burjuva, sosyalist bir kadın ve feminist bir işçidir”.
Daha fazla bilgiOrijinal Adı : L’Union Ouvriére
ISBN : 978-605-4822-54-6
Boyut : 13x19,5 cm
Sayfa Sayısı : 160
Çeviren : İsmail Kılınç
Yayıma Hazırlayan : Bâki Alemdar, M. Serdar Kayaoğlu
Liste Fiyatı : 190 TL
Stokta Var
İçindekiler
- Sunuş: FLORA TRİSTÂN’IN ANISINA
- Sunuş: FLORA TRİSTÂN ve İŞÇİ BİRLİĞİ
- Üçüncü Baskı (10.000 adet) için birkaç söz
- İkinci Baskıya Önsöz ve Mektuplar
- Birinci Baskıya Önsöz
- KENDİNİ: İNANÇLI - TUTKULU ve SEVGİ DOLU-
- KAVRAYIŞLI GÜÇLÜ ve EYLEMDE HİSSEDEN ERKEK ve KADINLARA
- ERKEK ve KADIN İŞÇİLERE
- I. Yardım Topluluklarının ve Lonca
- Kurulularının Yetersizliği Üzerine
- II. İşçi Sınıfını Birleştirmenin Araçları
- ÇALIŞMA HAKKI
- III. Kadınlardan NEDEN bahsediyorum?
- IV. Erkek ve Kadın İşçilerin EVRENSEL BİRLİK planı
- Özet
- 1. İşçiler, İŞÇİ BİRLİĞİ’nin oluşturulma
- sürecinde nasıl hareket etmek gerekir?
- 2. İŞÇİ BİRLİĞİ maddî konularda nasıl hareket etmelidir?
- 3. Entelektüel Bakış
- FRANSIZLARIN KRALINA ÇAĞRI
- KATOLİK RUHBAN SINIFINA
- FRANSIZ SOYLULARINA
- İMÂLATÇILARA
- SERMAYEDARLARA, MÜLK SAHİPLERİNE ve BURJUVALARA
- HER SINIFTAN, YAŞTAN, DÜŞÜNCEDEN ve ÜLKEDEN KADINLARA ÇAĞRIMIZDIR
- 4. Fonların Kullanımı
- 5. Sarayın İnşası
- 6. Yaşlılar, çalışırken yaralanan işçilerin-malûllerin
- ve çocukların saraylara kabul koşulları
- 7. Sarayda Emeğin Örgütlenmesi
- 8. Çocukların ahlâkî, entelektüel ve meslekî eğitimi
- 9. Vereceğimiz eğitimin içermesi gereken sonuçlar
- Bu kitapta yer alan düşüncelerin amacı ve özeti
- İŞÇİLERE ÇAĞRI
- İŞÇİLERE ÖNERİLER
- BURJUVALARA
Okuma Metni
(s. 93-96)
İşçiler! Kardeşlerim, sizin amaçlarınız için büyük bir tutku ve sevgiyle çalışıyorum, çünkü sizler insanlığın en canlı, en kalabalık ve en faydalı kesimini temsil ediyorsunuz, ben de bu nedenle dâvanıza hizmet etmekten büyük onur duyuyorum, bu bölümü büyük bir dikkatle okumanızı özellikle rica ediyorum. Çünkü ikna olmalısınız, kadınlardan neden her zaman kadın işçiler ya da bütün kadınlar olarak bahsettiğimi anlamanız ve ikna olmanız doğrudan doğruya somut çıkarlarınız yararına olacaktır: İşçiler ya da bütün kadın ve erkek işçiler.
...
Günümüze gelinceye kadar kadınların beşerî düzende hiçbir önemi yoktu. - Peki bunun sonucunda ne oldu? - Rahipler, yasa koyucular, filozoflar kadına gerçektende tam bir bir parya muamelesi yapmışlardır. Kadınlar (insanlığın yarısı) bugüne kadar Kilisemden, yasadan, toplumdan dışlandılar.1 Rahip kadına şöyle seslendi: -“Kadın, sen ayartıcısın, sen günahın kendisisin, sen kötüsün; sen teni/eti [chair], yani baştan çıkarıcı ahlâksızlığı, çürümüşlüğü temsil ediyorsun. - Bu hâlinden dolayı ağla, kahrol, başından aşağı kül dök, kendini bir manastıra kapat ve orada aşk için yaratılmış olan kalbini ve annelik için yaratılmış olan kadınlık organlarını parçala; kalbini ve bedenini böylece parçaladıktan sonra, Havva ananın işlediği o ilk günahın bağışlanması için onları kanlı ama cansız/arınmış [entrailles] hâliyle Tanrı’na sun. Sonra da yasa koyucu kadına şöyle seslendi: “Kadın, beşerî varlığın etkin bir üyesi olarak kendi başına bir hiçsin, sosyal sofrada kendine bir yer bulmayı bile umamazsın. - Şâyet hayatta kalmak istiyorsan, sahibin ve efendin olan erkeğe, onun bir eklentisi olarak hizmet etmelisin. - Bu sebeple, genç bir kız olarak babana itaat edeceksin; evli bir kadın olarak kocana itaat edeceksin; dul ve yaşlı bir kadın olarak görmezden gelineceksin. - Sonra bilge filozof ona şöyle seslendi: “Kadın, bilim tarafından kanıtlanmıştır ki, senin yapılanman erkekten daha aşağıdır. - Kısacası, sen değişken, kaprisli, düşüncesiz bir çocuksun; hayatının on ya da kırk beş yılı boyunca şirin bir bebek gibisin, ama yine de kusurlar ve ahlâksızlıklarla dolusun. - Kadın, işte bu sebeple bir erkek senin efendin olmalı, ve seni mutlak bir otoriteyle yönetmelidir.
Bilgeleri, bilge olarak kabul edilenler dünyanın varolduğu altı bin yıl boyunca kadın ırkını [race femme] böyle tanımlayıp yargıladılar.
...
Kilise, kadının günahkâr olduğunu; yasa koyucu, kadının kendi başına bir hiç olduğunu ve bu nedenle hiçbir hakka sahip olmaması gerektiğini; bilgili filozof, kadının yapısı gereği zekâdan yoksun olduğunu ifade ettikten sonra, kadının bizzat Tanrı tarafından mirastan mahrum edilmiş zavallı bir varlık olduğu hükmü kuruldu ve hem erkekler hem de toplum, kadına kilisenin, yasa koyucunun, bilgili filozofun kurduğu ve kesintisizce ilân ettiği hükme göre davrandı. Belirlenmiş bir ilkeden ya da onu temsil eden hipotezden türeyen o zorunlu, kaçınılmaz mantık kadar etkili bir güç tanımıyorum. - Kadınların aşağılık bir varlık olduğu bir kez ilân edildi ve bu, bir ilke olarak yerleşti; bu hükmün bütün insanlığın evrensel refahı için yarattığı felâketli sonuçları sadece bir kez olsun düşünün. Kadınların toplumsal örgütlenme içindeki doğal konumları nedeniyle, güç, dayanıklılık, zekâ ve yetenekten yoksun olduğuna, bu yüzden de önemli ve faydalı çalışmalara uygun olmadıklarına inanıldı, dolayısıyla da kadınlara toplumun faydalı üyeleri olmalarına yarayacak akılcı, sağlam ve sıkı bir eğitim vermenin zaman kaybı olacağı sonucuna varılmıştır.
...
İşte bu nedenle kadın, efendisini eğlendirmek ve ona hizmet etmek üzere sevimli bir oyuncak bebek ve bir köle olarak yetiştirildi. - Zaman zaman kavrayış ve duyarlılığa yatkın birkaç erkeğin, annelerinin, eşlerinin ve kızlarının acılarını hissederek, hâlihazırdaki düzenin barbarlığına ve mantıksızlığına tepki gösterdikleri ve böylesine adaletsizce kurulmuş hükmü şiddetle protesto ettikleri doğrudur. - Toplum, bazı durumlarda bir ân için etkilenmiştir; fakat mevcut mantığın sürüklemesiyle şöyle bir cevap vermiştir: “ Diyelim ki kadınlar bilge erkeklerin düşündüğü gibi değiller; ve dahası kadınlar fazlasıyla ahlâkî değer ve zekâyla donanmış olsunlar: O hâlde, onları yok sayan bu toplumda faydalı olacakları bir alan bulamayacaklarına göre, bu yeteneklerini geliştirmenin ne anlamı olabilir ki? - İnsanın kendi içinde harekete geçme arzusu ve kudreti hissediyor olmasına rağmen kendini eylemsizliğe mahkûm edilmiş hâlde görmesi ne korkunç bir eziyettir!





